Bir Uykusuzun Anatomisi
Yağmur; intihar süsü verdiğim odamda, annemin oda sıcaklığındaki gözyaşı gibi yüzüme damlıyor yine. Önceleri yoklar gibi ve sonra tüm iştahıyla. Ve ay ışığı. Sahnenin en arkasındaki önemsiz bir figüranın bozuk spotu kadar ilgi gösteriyor bana. O da farkında. Ölüyorum.
Vücudumda direnç namına kalan ya da hala yaşayabilmek için umut besleyen son hücreler, dudaklarıma denk gelen suyun gerçekçiliğiyle tekrar umutlanıyor. Yılların nefretinden daha büyük bir his var artık içimde. Açlık...
Son kez bayılmadan önce Eskişehirde olduğumu anımsıyorum. Bulanık rüyaların arkasında saatten ne kadar kum aktı yada kırılan kum saatinin parçaları nereye saçıldı bilmiyorum. Ama tepenin ardından süzülen sarılık ve notalara karışan yemek kokusu kumların hala yanıbaşımda olduğunu gösteriyor. Sanırım artık dibe ulaştım. O'nun istediği de buydu ve oldu işte. Beni izliyor mu yine bilmiyorum. Ama etrafımda duyduğum onca karganın arasında Maça'nın da olmadığının garantisini kimse veremez..
Artık kalan enerjimi dipteki sıçramaya saklamalı ve şehre ulaşıp bir şeyler yemeliyim. Bilmediğim sokaklarda tanımadığım insanların arasında açık yaralarımla dolaşmak hiç kolay olmayacak. Ama bu ders olsun bize. Bir intikam için öncelikli olan güzel bir kostüm ve amacından sapmayan bir maskeymiş. Gözlerinize kadar görevini yerine getirmesi yeterli. Ancak şuan üstü başı yırtılmış ve hala kanayan yaraları olan bir serserinin önce gözlerine bakılacağını düşünmediğimden telaşlanmıyorum.
İnsanın annesi onu en olmadık zamanlarda arıyor ve insan annesini en olmadık zamanlarda özlüyor. Ben onu hep son bakışıyla hatırlıyorum. Aklımda daima onun gözlerindeki ışığın sönüşü ve babamdan alana kadar her günün kıvılcımıyla büyüyen intikam duygusu..
Babam.. Benden çocukluğumu, annemi ve uykularımı çalıp yerine mum alevinin ışığında sürdürmeye çalıştığım yolculuğu bahşeden adam..
Seni bulmadan uyumayacağım.
0 yorum:
Yorum Gönder