Paylaştıkça Artan Yalnızlık: "Paylaş Butonu"
12.09.2013 21:17:04
|
Sosyal Medya
Twitter, Facebook, Youtube... Öyle ya da böyle, elinin altında internet
bulunan hemen hemen herkesin eli, bu butona günde en az bir kez
gidiyor. İş bağlantıları, eski dost arayışları, mini fikir beyanları ya
da amatör fotoğraf paylaşımları... Kendine özgü gaye ve kullanımlarıyla,
bin bir çeşit sosyal medya uygulaması; akıllı telefonların da giderek
yaygınlaşmasıyla birlikte boş vakitlerin ötesinde; mesaimizin, hobi
saatlerimizin, dost sohbetlerinin ve nihayetinde uykumuzun bebek yüzlü
katillerine dönüşüyor.
ARTIK ZEKİ MÜREN DE BİZİ GÖRECEK!
Peki Sosyal Medya nedir? Vizontele filminde televizyonu "radyonun fotoğraflısı" olarak tanımlayan kıvrak zekânın muhtemelen Sosyal Medyayı da "Zeki Müren'in de bizi görmesi" olarak
açıklayacağına şüphe yok. Bugün takipçilerinin politikacılara,
sanatçılara, vasıfsız ama medyatik (!) şahıslara, ulaşması, karşılarında
fikir beyan etmesi mümkün. TV'de canlı yayınlanan programlara anlık
bildirimlerle katkıda bulunmak, sorular yöneltmek bunlar hep Sosyal
Medyanın nimetleri.
İnternet gazeteleri, haber-astroloji-oyun-chat
v.s. içeriklerini bünyesinde toplayan sair siteler ise Sosyal Medya'nın
bambaşka bir yüzü. Bu sitelere üye olunabiliyor. Haberlere
erişilebiliyor. Haberlerin altında yorum dahi yapılabiliyor. Fakat yazılanlar sitenin teknik ekibinin onayını almadan diğer kullanıcı ve okuyucuların önüne kesinlikle çıkartılmıyor. (Radikal
Blog'da da böyle.) Çünkü bu siteler yazılanlardan kendilerini mesul
hissediyor ve hukuk ihlalleriyle uğraşmak ya da asılsız söylemlerle
prestijini ayaklar altına almak istemiyor. Habere kaynaklık eden bu
siteler, tarafsız olmadıklarını kabul etseler dahi kullanıcıya ya da
okuyucuya alenen safsata servis etmekten kaçınıyor. Kurumsallık sanal
mecranın üstünde kısmen olumlu bir denetim mekanizması yaratıyor. Fakat
diğer tarafta "sihirli tuşa dokun ve anında herkes ne paylaştığını görsün siteleri" giderek yaygınlaşıyor. Peki neden?
Özellikle bireylerinin kendilerini ifade etmesini sağlayan uğraşılara başarılı bir biçimde yönlendirilemediği ülkelerde (ki biz de böyle bir ülkede yaşıyoruz) Sosyal Medya bambaşka bir fonksiyona hizmet ediyor. Bunun adı "sıkılmadan, kaygılanmadan, cesurca kendini ifade edebilmek."
Hikâyemizin kahramanı "Paylaş" butonu işte tam da bu noktada devreye giriyor. Şiirler, kitaplar, müzik videoları, sanat çalışmaları... Kullanıcı duvarları "ben buyum, bu benim tarzım" mealinde paylaşımlarla dolup taşıyor. Kullanıcının açlığı o kadar büyük ki, söz gelimi Facebook, Facebook olmaktan çıkıyor. "Kullanıcı zeki",
uygulamanın kullanım fonksiyonu ile sınırlı kalmıyor. Kimse yaygın
mottodaki gibi ilkokul arkadaşını Facebook'ta aramıyor. Bilakis iklimler
değiştirmeye muktedir paylaş butonu, ülkelerin
politik iklimlerini dahi değiştirip bu ülkelere kimilerinin "kış",
kimilerinin "bahar" dediği yepyeni mevsimler getiriyor.
Fakat
dilin kemiği olmadığı gibi paylaş butonunun da ayarı yok. Kullanıcı
ihtiyatlı değil. Sorgulamıyor, tembellik ediyor. Malzeme hoşuna gittiyse
paylaşmaktan geri durmuyor. Francis Fukuyama'nın "Bilgi Çağı" dediği şey yozlaşarak yerini Manipülasyon ve Bilgi Kirliliği Çağı'na bırakıyor.
Bu böyle... Safsatalar, kuyruklu yalanlar, sosyal medya tabanlı
psikolojik harekatlar, gri ve karanlık propagandalar, galeyan, kaos...
Karşılıklı ekilen düşmanlık tohumları...
HAL BU Kİ BİZİM ÇOCUKLUĞUMUZDA BABALARIN HANGİ PARTİYE OY VERDİĞİ DAHİ BİR SIR GİBİ SAKLANIR, KİMSEYE SÖYLENMEZDİ.
Birisi Sırrı Süreyya Önder'in meclis kürsüsünde görünen beyaz iç çamaşırını pembeye boyayıp, "sen önce erkek ol" diye paylaşabiliyor mesela... Bir diğeri Avrasya Maratonu'ndaki Boğaz Köprüsü görüntülerini paylaşıp, "Halk akın akın Gezi Parkına gidiyor" şeklinde yayınlayabiliyor. Üstünden deniz motoru geçmiş bir vatandaşın iç acıtan fotoğrafı TOMA altında kaldığı iddiasıyla havada kapılırken, diğerleri de DURAN ADAM'ın Sırp asıllı olduğunu iddia edebiliyor.
İRONİNİN TA KENDİSİ: "PAYLAŞ" BUTONU.
Artık tek bir dokunuşla, doğruluğu
hakkında hiçbir fikre sahip olmadığımız ithamları, yaftaları, yalanları
sırf kulağımıza hoş geliyor ya da politik hasımlarımızı yaralıyor diye rahatlıkla paylaşabiliyoruz. Paylaştıkça artacağımıza, azalıyor, bölünüyor, kamplaşıyoruz. İşin en güzel kısmı ise kimsenin attığı okun kimseye denk gelmemesi... Paylaşmakla o kadar meşgulüz ki kimsenin paylaşmak üzere pazara getirdiğine aldırış etmiyoruz.
Ve sonuç: Paylaşımlarına tahammül edemeyip arkadaşlıktan tek tuşla çıkardıklarımız. Unutmayın bizi. Sizden sonra geriye paylaştıkça artan yalnızlık kalıyor.
0 yorum:
Yorum Gönder